Abone Ol

İsrail-Filistin Çatışması: Şiddetin Modern Yüzü

İsrail-Filistin Çatışması: Şiddetin Modern Yüzü
Şiddet, insan yapısında var olan bir dürtü ve duygu olmakla birlikte aynı zamanda yıkımların, rejimlerin, rıza ve otoritenin de önemli bir kaynağıdır. Dünya içerisinde gerek insani gerekse teknolojik anlamda birçok gelişimin öncüsü olan insanoğlu; bir o kadar da şiddetin, baskının ve savaşların kurucusu olmaya devam etmektedir. Gelişim, değişim ve dönüşüm, insanlığın bu hayvani dürtüsünü yok edememiş aksine üretilen teknolojiler savaşın, ölümlerin ve yıkımların önemli bir parçası haline gelmiştir.

1948 yılından bugüne çatışmanın ve insanlık dramının en büyük örneği olan İsrail-Filistin çatışması baskın bir şekilde artarak güncelliğini korumaya devam etmektedir. Öyle ki bu durum savaştan öte bir dünya meselesi haline gelmiştir. Dünya bir kez daha çağdaşlık, insan hakları, eşitlik, çocuk, kadın vb. başlıklara sığınarak şiddetin yanında yer almaya devam etmektedir.

Bu hususta önemli olan şiddetin kaynağı ve ne olduğudur. Şiddetin bu açıdan incelenmesi yeryüzünde olan çatışmalarında da kaynağını göstermiş olacaktır. İncelemede Hannah Arendt’in bakışıyla şiddet kavramı irdelenecektir.

Şiddet kavramı Arendt’e göre görüş ve ideolojilere göre değil kullanılan araçlara dayanmaktadır ve bu durum her zaman keyfidir. Şiddetin olabilmesi için fiziksel güç veyahut şiddet içeren araçların kullanılması gerekmekle birlikte aynı zamanda devlet şiddetin en güçlü araçlarını elinde bulunduran bir otorite konumundadır. Arendt’e göre şiddet, iktidarın tehlikeye girdiği anda ortaya çıkmaktadır. Ayrıca iktidar, otorite ve şiddet her ne kadar anlam itibarıyla farklı olsa da bu üç kavram gündelik hayat içerisinde birbiriyle iç içe vaziyettedir. Şiddet, iktidarı yıkma potansiyelinde olmakla birlikte yıkımda ardından yüksek bir bedelle gelmektedir. Bedel sadece kaybedenler için değil kazananlar için de söz konusudur. Yani şiddetin kullanılması beraberinde sonuçları da getirerek kazananlar da savaşın sonuçlarını iktidarlarıyla ödeyecektir. Arendt’e göre iktidarsızlık şiddeti beslemektedir. Siyasal iktidar kaybı ise iktidar yerine şiddeti koyabilmektedir. Ve bu durum bir hırs haline gelebilmektedir. Bunun sonucunda şiddet ardından iktidarsızlığı getirebilecek bir duruma dönüşmektedir. Böylece şiddet bir otorite yerine de geçebilmektedir. Bundan dolayı Arendt’e göre insanı diğer canlılardan ayıran akıl, kişiyi tehlikeli bir canavar haline dönüştürebilir. Yine aynı şekilde Arendt “Bizi tehlikeli bir biçimde akıl dışı yapan akıldır”[1]. Diyerek aslında aklın bir yandan önemli bir savaş mekanizması olduğunu da belirtmiştir.

            Akıl, bireyi diğer canlılardan ayıran önemli bir mekanizmadır. Fakat insanlık, aklını kullanmak yerine hırs ve arzularının kölesi haline gelmiştir. Ne yazık ki savaş ve yıkımların ardındaki başlıca sebep de vicdani ve insani duyguların arka plana itilip ve aklın bir put haline gelmesinden kaynaklanır.

Hırs, öfke ve nefret… Bunlar insanlığın yapısından kaynaklanan doğal duygulardandır. Fakat bunun karşısında sevgi, merhamet ve şefkatte bir o kadar insani bir duygudur. İnsanlık her daim birbirine zıt duygularla hayatını devam ettirecektir. Önemli olan merhametli ve adaletli bireyler, toplumlar ve nesiller olabilmektir.

            Adil ve vicdanlı bir dünya temennisi ile…


[1] Hüseyin Salur, A. A. (2008). Hannah Arendt’te Şiddet ve Şiddetin Kaynağı Üzerine Din Sosyolojik Bir İnceleme. Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi (ÇÜİFD), 8 (1), 65-95. Retrieved from https://dergipark.org.tr/tr/pub/cuilah/issue/4174/55020, s.17.

YAZAR HAKKINDA
Ebrar Elveren
Ebrar Elveren
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN