Abone Ol

Genetiği Değiştirilmiş Bebekler

Genetiği Değiştirilmiş Bebekler
                                                                                                                                                      Esra Aksoy

Kasım ayının sonunda Çinli araştırmacı He Jiankui CRISPR-Cas9 yöntemiyle genetiği değiştirilmiş ikiz bebeklerin dünyaya geldiğini duyurdu. Araştırmacı, yürüttüğü çalışma kapsamında HIV’li baba adaylarının bulunduğu 7 çiftin tüp bebek uygulamasıyla elde edilen embriyolarının genlerini, HIV’e karşı bağışıklık kazanmaları amacıyla değiştirildiğini ve bu anne adaylarından birinin ikiz bebeklerini dünyaya getirdiğini bildirdi.

Açıklama şu ana kadar hiçbir bağımsız kurum tarafından doğrulanmamakla birlikte hem Çin’de hem de dünyada büyük bir tepki uyandırdı. Çin’de 122 araştırmacı tarafından imzalanan bildiride “insan üzerinde doğrudan deney yapılmasının delilik olarak adlandırılabileceği” ifade edilirken; Alman Etik Konseyi yayınladığı açıklamada CRISPR teknolojisinin henüz insan üzerinde kullanılabilecek seviyede olmadığını vurgulayarak, yapılan işlemin sorumsuzca olduğunu belirtti. İngiltere merkezli Nuffield Council on Bioethics ise yapılan işlemi, gelecekteki uygulamaların gelişimini tehdit edebilecek, erken ve pervasız bir girişim olarak nitelendirdi. Embriyo üzerinde gen değişimine yönelik çalışmalara bazı ülkelerde izin verilirken, bu embriyoların belirlenen gelişim gününde (örneğin 14. günde) imha edilmesi şartı getirilmektedir. Çin’deyse yapılan işlemi yasaklayan açık bir yasa bulunmamakla birlikte, araştırmacı, 2003 yılında Çin Sağlık Bakanlığı tarafından yayınlanan yönetmeliği ihlal etmekle suçlanmıştır. Hakkında etik soruşturma açılan Jiankui üniversitedeki görevinden de uzaklaştırılmıştır. Uluslararası bir konsensüs bulunmasa da bazı uluslararası bildirgelerde, örneğin Türkiye’nin imzasının bulunduğu Avrupa Konseyi’nin hazırlamış olduğu Oviedo Sözleşmesi’nin 13. maddesinde “İnsan genomu değiştirmeye yönelik bir müdahale, yalnızca, önleme, teşhis ve tedavi gayeleriyle ve sadece amacının, herhangi bir altsoyun genomunda değişiklik yapılması olmaması halinde yapılabilir.” ifadesiyle açık bir şekilde yasaklanmıştır.

Açıklama sonrasında birçok bilim adamı temkinli yaklaşarak, açıklamanın bağımsız bir kurum tarafından, ebeveynlerin ve çocukların genlerinin derinlemesine bir karşılaştırmasını yaparak iddialarının doğru olup olmadığının açıklığa kavuşturulması gerektiğini belirtmiştir. Geçmişte özellikle insan klonlaması üzerine atılan iddiaların belki de en ünlüsü Güney Koreli araştırmacı Hwang Woo-suk’un sonrasında asılsız çıkan iddialarını hatıra getirmiştir. Etik kurul izni alınmadan yapılan bu çalışmanın makale haline getirilse bile uluslararası bir bilimsel dergide yayınlanma imkânı bulabileceği de şüphelidir. 

İddia edilen bu işlemin gerçekleştiği kabulüyle etik perspektiften değerlendirilecek olursa şunları söyleyebiliriz: Araştırmacının etik kurul izni almadan bu şekilde ciddi bir çalışmayı kendi inisiyatifiyle yapması, bu kadar önemli bir işlemi şaibeli bir duruma düşürmüştür. Ailenin çalışma için verdiği onayın da ne kadar sağlıklı olduğu net değildir. Şu anda CRISPR-Cas 9 teknolojisinin bilinen ve beklenen en önemli yan etkisinin DNA üzerinde istenmeyen bölgelerde de değişikliğe sebep olmasıdır. Bunun doğan bebekler üzerinde nasıl bir etkiyle ortaya çıkacağını bilememekteyiz. Bununla birlikte hiçbir şekilde öngörülemeyen başka yan etki ya da komplikasyonların da ortaya çıkma ihtimali vardır. İşlemin uygulandığının duyurulması bile dünya üzerinde büyük bir tepkiyle karşılanırken, ortaya çıkacak herhangi bir sorunun örneğin açıklanamayan beklenmedik bir ölümün, tepkilerin boyutunu ve sonrasında alınabilecek önlemlerin kısıtlayıcı tutumunu kestirmek zordur. Şu an bazı çevrelerce sevinçle karşılanan bu girişimde ortaya çıkacak bir sorunun dünya kamuoyunu CRISPR araştırmalarının insan nesli üzerinde tehlike oluşturduğu yönünde kenetleme ihtimali ortaya çıkabilir. Böyle bir durumda dünya üzerindeki bütün çalışmaların alınan bu katı önlemlerden olumsuz yönde etkilenmesi kaçınılmaz olur.

Henüz kullanım için olgunlaşmamış olan bu teknik, tıbbî olarak gen tedavisinden başka bir alternatifin bulunmadığı ve doğacak bebeğin yüksek hayatî risk altında olmadığı bir hastalığa karşı uygulanmamıştır. Edinilmiş Bağışıklık Yetersizliği Sendromuna (AIDS) sebep olan HIV’e karşı geliştirilen ilaçlarla birlikte hastalık, Dünya Sağlık Örgütü tarafından ölümcül hastalıklar listesinden çıkarılıp, Hepatit B veya diyabet gibi hastalıkların yer aldığı “kronik hastalıklar” listesine alınmıştır. Ayrıca hamilelik ve doğum sonrası uygulanan tedavilerle de HIV’e sahip ebeveynden bebeğe virüsün bulaşması da büyük ölçüde engellenebilmektedir. İnsan üzerinde yapılan deneysel tedaviler, tedavi uygulanabilecek yeterli seviyeye ulaştıktan sonra, risk-zarar-yarar hesapları çerçevesinde gerekli etik kurul izinleri alındıktan sonra uygulanabilir. Deneysel tedavinin sonuçları her zaman için net tahmin edilemeyeceğinden, yapılacak deneyin daha az riskli alternatif bir çözümü olması yapılan işlemi sorunlu hale getirmektedir. Hiçbir şekilde tedavi umudu olmayan ve doğum sonrası ölümcül olma ihtimali kesin olan bir hastalığın değil de HIV’e karşı bu işlemin kullanılması etik açıdan kabul edilebilir bir durum değildir. Bundan dolayı yapılan işlemin bir tedavi değil, insan geliştirme işlemi olduğu savı güçlenmektedir.

İslam dini açısından bu olay özelinde değil de insan genine müdahale yapılmasını değerlendirdiğimizde fıtratı bozan, yapılmaması gereken bir işlem olduğu söylenilmekle birlikte, tedavi edici yönünün bulunmasından dolayı bazı âlimler tarafından izin verilmekte; hatta bazıları tarafından insanlığın yararına hizmet ettiği için teşvik edilmesi gerektiği söylenilmektedir. Ülkemizde bu olay özelinde sosyal medya üzerinden verilen tepkilerde de ağırlıklı olarak fıtrata müdahale düşüncesinden dolayı yapılan eleştiriler bulunmakla birlikte, “HIV’liydi, ama baba olmak onun da hakkıydı.” gibi olayın ciddiyetinden uzak, romantik tepkiler de verilmiştir.

Bütün bu analizler doğrultusunda Çinli araştırmacının bu girişiminin kısa vadede gen çalışmalarının devam ettirilmesine, uzun vadede ise insanlığın geleceğine zarar verebilecek riskleri barındırdığı söylenebilir. Eğer bu olayın gerçekten gerçekleşmiş olduğu ve bebeklerin sağlıklı bir şekilde yaşamlarını sürdükleri gösterilmiş olursa, etik standartlara uyulmadan yapılan bu çalışmanın gen çalışmalarına dair şüphe ve çekinceleri ne ölçüde azaltabileceği de merak uyandırmaktadır. Bir yandan yeni yararlı çalışmaların önünü açıp, bu alandaki bilim insanlarına teşvik rolü üstlenmiş olurken, diğer yandan da usulsüz bir şekilde de bir şeylerin yapılabiliyor olmasını göstermesinden dolayı kötü niyetli çalışmalara cesaret verebileceği ön görülebilir.

 

Kaynakça

  1. https://apnews.com/4997bb7aa36c45449b488e19ac83e86d
  2. https://www.ethikrat.org/mitteilungen/2018/anwendung-von-keimbahneingriffen-derzeit-ethisch-nicht-vertretbar/
  3. http://nuffieldbioethics.org/news/2018/nuffield-council-statement-reports-geneedited-babies-born-china
  4. https://www.nature.com/articles/d41586-018-07607-3
  5. https://www.tbmm.gov.tr/kanunlar/k5013.html
  6. Karakaya, A., & Ilkilic, I. (2016). Ethical Assessment of Human Embryonic Stem Cell Research According to Turkish Muslim Scholars: First Critical Analysis and Some Reflections. Stem Cell Reviews and Reports12(4), 385-393.
 

YAZAR HAKKINDA
Esra Aksoy
Esra Aksoy
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN